Tatlı Komşum! (1) (Furkan 31 Y., Manisa)
Olacaksan evli
kadınla olacaksın derdim her zaman; çünkü sen de evlisin o da, müsait
değilim dediğinde anlar, zırt pırt çağırıp
beni oraya götür buraya götür demez, ay sevgililer gününü unuttun,
doğumgünümde bir çiçek bile almadın diyemez. Canı istediğinde
çağırır gidersin, canın istediğinde
çağırırsın gelir, bağlılık olmaz, yarım
saatte bir mesaj yazmadın diye küsüp trip atmaz. Çapkınlık
mevzusu açıldığında arkadaş arasında beylik
haline gelmiş laflarımdı bunlar...
İsmim Furkan,
31 yaşında, evli, tek çocuklu, özel sektörde çalışan,
yakışıklı olduğu söylenen biriyim. Karımla
severek evlendik. Karım öğretmen benden 1 yaş küçük.
Hovardalığı her zaman sevdim, ama her zaman da dikkatli oldum.
Manisa'da yaşıyoruz. Gelelim başıma gelenlere. 2 yıl
önce Kasım ayında bir daire alma fırsatı doğdu,
aileler yardım etti, biraz kredi çektik, 5 katlı, çift daire bir
binanın 3. katından bir daire aldık. Daire ikinci eldi,
taşınmadan önce boya badana yapıyorduk. Akşam üzeri iş
çıkışı ben, fabrikadan bir abim (fabrikada da boyacı)
ve karım birlikte, boya kokusu çıksın, çabuk kurusun diye pencereler
ve dış kapı açıktı.
Birisi, "Merhaba!"
diye seslenince koridora çıktık karımla. Kısacık
simsiyah saçları, müthiş güzel bir yüzü olan, 1.65 boylarında,
zayıf, kot gömlek ve pantolonlu, ama muhteşem çekici bir kadın
çaydanlık ve çay bardaklarıyla kapıda duruyordu. Arkasında
karşı dairenin kapısı açıktı. "Hoşgeldiniz,
size çay yapmıştım!" dedi. Karım koşup
çaydanlığı aldı, içeriye buyur etti. Kadın, "Ben Ebru.
karşı dairede oturuyoruz, hoşgeldiniz, daha erken gelmek
isterdim, ama işten gel, yemek bulaşık
ancak bu saati buldu!" dedi. Karşı kapıdan kocası çıktı,
aynı karısının boyunda, zayıf, bıyıklı,
kadınla tam ters görüntüde biri. Kadın ne kadar havalı ve Cool
görünüyorsa, adam o kadar paspal, üzerinde hani pazarlarda satılan koyu
renk çizgili bir polo tişört, altında penye diz altına kadar
şort ve nefret ettiğim şort altına diz altına kadar
gelen siyah çoraplar. Ulan evde bari giyme o çorapları, görgüsüz! Cevat'mış
ismi, zerzevat gibi. Kadın ne kadar çekici geldiyse adam da o kadar
iticiydi.
Neyse çayları
hepimize servis etti, hep beraber 2'şer bardak içtik. "Biz sizi daha
fazla tutmayalım!" dediler. Teşekkür ettik. Ama bu arada
apartmanda pek komşuluk olmadığını, çünkü herkesin
çalıştığını öğrendik. İşimize
gelirdi aslında.
Bir hafta içinde
taşındık. Taşındığımız akşam
yine aynı olay gerçekleşti. Ama sanırım günlerden Cumartesi
olması sayesinde poğaca ve kek te vardı çayın yanında.
Ama kocası gelmedi bu sefer. Saat 22:00 civarı arabamda kalan
ıvır zıvırı çıkarırken, kapı
ağzında Cevat vardı. Abi diyemiyorum ama benden 9 yaş
büyükmüş. "Ebru sizde mi?" dedi. "Ben inerken yoktu, ama
bakayım!" dedim. Baktım, "Yok!" dedim. "Yine
hangi kapıya daldıysa!" deyip kapıyı kapattı. Benim
karım saat 22:00'de bana haber vermeden ortadan kaybolacak, ben de
kapıyı kapatıp içeri gireceğim ha, imkansız.
Saat 23:45 gibi
kağıt atıklarını bir çuvala koyup çöpe atmak için
indim. Ebru arabayla yanaştı. Beni gördü, gülümseyip, "İyi
geceler!" dedi. Önümden binaya girdi. Merdivenlerden çıkarken
arkasından baktım. Sanki biri götüne bakıyor dedi kadına,
ikinci katta aniden kafasını çevirip baktı. Önüne dönüp evine
girdi.
Ertesi akşam
saat 20:30 gibi zil çaldı. Açtım. Ebru, "Yerleşe bildiniz
mi?" dedi. "Nerdeee!" dedim. Buyur ettim, karım da geldi
kapıya. Ebru, "Yok, siz gelin, bir nefes alırsınız!"
dedi. "Peki olur!" dedik. Yarım saat sonra ordaydık. 12 ve
8 yaşlarında iki oğulları vardı. Bizimki de 7
yaşındaydı. Onlar odaya çekilip bilgisayar oynamaya
başladılar. Cevat dönüp, "Ebru, bira getir!" dedi. O ana
dek görmemiştim, koltuğun yanında yerden aldığı
boş şişeyi karısına uzatıp, bana dönüp, "İçersin
değil mi?" dedi. Şaşkınlıktan içerim bile
diyemeyip kafamı salladım. Kadınlar da kendilerine kahve
yaptılar.
O arada
öğrendik. Cevat'ın büyük bir bisiklet firmasına malzeme üreten
bir fabrikası vardı OSB'de, fabrikayı biliyordum.
Kadının da çarşının göbeğinde bujiteri parfumeri
dükkanı varmış, (ulan bunlar neden bu binada oturuyorlar diye
düşündüm ilk an), dükkanı karım da ben de biliyorduk, iki katlı
kocaman bir dükkandı. Ebru, "Taşınacaktık..."
dedi, sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi, "Ama iki yıl
önce bana dükkan açtık, sonra da dükkan sahibi satmaya karar verdi.
Dükkanı satın aldık. O yüzden kaldık. Hatta borçlar bitene
dek burdayız!" dedi gülerek.
Bu arada dikkat
ettim, ben 1 bira bitirene dek Cevat 3 içmişti. Kahveden sonra Ebru karıma
da bira teklif etti, ama karım, "Ben içmem!" dedi. Ebru, "Ben
içsem mahsuru var mı?" deyip kendine de bir bira açtı. Her
seferinde de aynı işlem oluyordu, adam kısaca, "Ebru bira!"
deyip, boş şişeyi veriyor, kadın dolusunu getiriyordu.
Aslında genel anlamda güzel sohbet oldu. Ben de 3 bira içtim, ama adam
yanlış saymadıysam 12 tane içti, o ufak tefek adama gram birşey
olmamıştı. Eve dönünce karımın
anlatışından Ebru'yu çok sevdiği belli oluyordu. Bunda
hediye ettiği Teaserların ve incik boncuğun etkisi var mı
bilmiyorum.
Hemen hemen her
akşam ya Ebru bizde, ya biz onlardaydık. Cevat çok nadir geliyordu, zaten
gelse de ben onun içtiği birayı karşılayamazdım.
İlk seferinde aldım 15 bira adama yetsin diye bir taneyi emzik gibi
ağzımda tutunca anladı sanırım, "Ebru bira getir!"
dedi yine. Ebru gidip evden bira getirdi. Cevat, "Kardeş, bana her
hafta 10 kasa bira gelir, biliyorsun seviyorum birayı, o yüzden senin
almana gerek yok. Canın istedi mi çal kapıyı iste Ebru verir!"
dedi. İste Ebru verir kısmında gülecektim, ama yemin ederim Ebru
gözlerime bakıp, "Veririm!" dedi gülümseyerek. Bereket yanımızda
karım yoktu, çay koymaya gitmişti. Adam lafın nereye
gittiğine bakmayan, sonradan görme bir tipti...
Şubat
ayında 15 tatil olduğunda, karımla oğlumuzu da alıp
memleketimize aileleri ziyarete götürüp bırakıp geldim. Bu her
yıl yaz kış yaptığımız bir rutindi. Geri
geldiğim Pazartesi akşamı zil çaldı. Ebru, "Maç
varmış (tuttuğum takımın maçı vardı) galiba,
Cevat seni çağırıyor, yalnız oturmasın kukumav
kuşu gibi dedi!" dedi. "Olur!" dedim. 10 dakikaya gittim.
Biralar su gibi akıyordu. Cevat, "Seviyorum senle içmeyi be Furkan!"
diyordu. Sonra Ebru, "Ben mutfakta dizi izleyeceğim!" deyip
gitti. Bira bitince Cevat sadece, "Ebruuuuu!" diye sesleniyordu...
Maç bitince
telefonum titredi. Aldım telefonuma baktım. Ebru fotoğraf çekip
yollamış, mutfakta masada bira ve çerez var önünde ve "Ben de
seviyorum seninle içmeyi!" yazmış. "O zaman ben eve
geçiyorum, 10 dakika sonra gel!" yazdım. "Tehlikeli!" diye
yazdı. Telefonu sessize aldım, yazışmaya
başladık. O gelemem dedi diye kalkmadım ben de, maçın
geyiğini yapıyorduk Cevat'la. "Ebruuuu!" dediğinde
bira geliyordu, ama her seferinde Ebru koridora çıkıp Cevat'ın
görmeyeceği pozisyona geçip, boğma işareti yapıyor,
kafasına vurma işareti yapıp, gülüp mutfağa gidiyordu...
Saat 24:00'e
gelirken kalktım. Cevat yine yerinden kalkmamış, kapıdan
geçirmek Ebru'ya kalmıştı. Kendime çekip dudağından
öptüm. "İyi geceler!" dedi gülerek. "İyi geceler!"
dedim içerden duyulacak sesle. Eve geçip, "Offf, ne tatlı dudaklar!"
yazdım. "Daha tatlı yerlerim var!" yazdı. "Onların
da tadına bakmak isterdim. Gelsene!" yazdım. "Bu saatte
imkansız, ama orda olmak istediğimi bil!" yazdı.
Sabah
işyerine telefon edip, biraz geç kalacağımı söyleyip,
öğlene kadar izin aldım. Cevat 09:00'da gitti. Ebru 10:00'dan sonra
çıkıyordu evden biliyordum. Mesaj attım, "Ben evdeyim, hadi
gel!" dedim. "Tamam!" yazdı. En az 15 dakika gözümü
kırpmadan kapı deliğinden baktım. 15 dakika sonra
kapının arkasında o filmlerde dizilerde seyrettiğimiz
kapıdan girer girmez birbirine yapışıp delice sevişen
çiftler gibi hem soyunmaya çalışıp, hem de öpüşüyorduk.
Erik tipi denilen bir kalçası vardı ve bu kadında sevdiğim
bir özellikti. 75 beden vardı sanırım göğüsleri,
göğüslerini ağzıma alıp, kalçalarının ikisini
birden sıkıyor okşuyordum. Yatağa sürükledik birbirimizi.
Öpüşerek
altıma alıp, amcığına girdim, çünkü haftalardır
bu kadını düşlüyordum, daha fazla ön sevişme yaparsam
yatağa boşalacaktım. Ne kadar kontrol etmeye çalışsam
da (normalde ederim) o orgazm olmadan boşalacağımı
söyledim. "İçime değil!" dedi. Zaten zor geri çekilip
başta korktuğum şeyi yaptım, yatağa
boşaldım. Ebru, "Benim dükkana gitmem lazım!" deyip
kalkıp giyindi. Kendi kendime (Tamam Furkan bu ilk ve sondu, ne o
oğlum kerhaneye ilk kez gelmiş ergen gibi?) dedim. Tam bu
düşüncelerle boğuşurken. Giyinmiş halde yatakta yanıma
oturdu. Bu kadın düşüncelerimi okuyordu. "Dert etme,
aşırı heyecan ikimizi de gerdi. Sen erken geldin, ben
kasılıp gelemedim. Daha vücutlarımız birbirini
tanıyacak, tenlerimiz uyumlu, bunu ilk akşam hissettim!" dedi.
Sonra beni öpüp kalkıp gitti...
Kendimi ergen gibi
hissediyordum. Kadında gerçekten müthiş Cool bir hal vardı ve
ben beni seçtiğini düşününce havaya giriyordum. Tüm gün
yazıştık. Bana, "18:30'da sendeyim, akşam üstü
kapıyı bacayı kontrol et!" yazdı. Karanlık odada pencerenin
ardında bekledim yarım saat. Arabası geldiğinde
merdivenleri kontrole başladım. Zaten sorun yoktu, karşı
kapı yerine bize girecekti. Kapıyı açıp aralık
bıraktım.
İçeri
girdiğinde direk kucakladım. Bacaklarını belime doladı.
Kollarımda doğru yatak odasına götürdüm. Yatağa
yatırıp çizmelerini ve montunu çıkardım. Kucağıma
alıp sırtımı yatağın bir tarafındaki duvara
dayadım. Öpüp okşamaya başladım. Alışmıştım
bile, sabahki o ilk heyecan yerini şehvete bırakmıştı.
Dudaklarını boynunu yaladım, kazağını çıkarıp
göğüslerine indim. Göğüs uçlarını dudaklarımla ezerken
alttan pantolonunun üzerinden amına baskı yapıyordum. Yatakta
ayağa kalkıp dans edercesine hareketlerle üstündeki herşeyi
çıkardı. Ben de o anda eşofmanımı
sıyırıyordum oturduğum yerden...
Ayakta duvara
tutunup amını ağzıma dayadı. Yalayıp yuttum,
dilimle sikerken ellerim kalçalarından tutmuş, ağzıma daha
çok bastırıyor, okşuyor, sıkıyordum
kalçalarını. Ebru inliyor, "Harikasın!" diyordu. Ben
de, "Yok böyle bir tat!" deyip emmeye devam ediyordum. Kasılarak
orgazm oldu, ağzıma sularını akıttı. Dizleri
tutmaz gibi oldu. Orgazm olması bitince kucağıma oturup
göğüslerini ağzıma verdi. Amını yarağıma
sürtüyor, vıcık vıcık olmuş amına yarağımın
kafasını alıyor, sonra ani hareketle dışarı
çıkarıyor, zaman zaman saçlarımdan çekerek kafamı
göğüslerinden uzaklaştırıp dudaklarını
dudaklarım arasına alıyor, diliyle dilimi iğfal ediyordu. Bütün
sikişin kontrolü ondaydı.
Sonra tek
hareketle yarağımı amcığına alıp, "Ohhhh!"
diye inledi. Başrol onundu, "Immm!" diye bir ses
çıkardım ancak. Kucağımda hoplamaya, göğüslerini
yalatıp, dudaklarımı öpmeye, yanaklarımı öpmeye devam etti.
Kucağımda onu tutmakta zorluk çekiyordum, belini
kalçalarını tutmaya çalışırken ellerimin arasında
kayıp gidiyordu. Birkaç dakika sonra sadece, "Oh, oh, oh, oh!"
diye kısa inlemelerle orgazm oldu. Bir dakika yarağımı
içinde tutup kalktı. Yarağımı
ağzına alıp, "Hadi erkeğim, geç kaldım, akıt
döllerini komşuna!" dedi. Daha cümlesi biter bitmez doldurdum
ağzını, sanki sabah boşalmamış, günlerdir
biriktirmişim gibi. İki dakika yalandı, temizlendi, kalktı,
giyindi ve "Aşkım yarım saate yemeğe çağıracağım
haberin olsun!" deyip apartman boşluğunu kontrol edip gitti.
Koridordaki
ışıkta bile sakallarımın sürtmesinden
kıpkırmızı olmuş çenesini yanaklarını
görebiliyordum, ama o aldırış etmeden girdi evine.
[Furkan]
|